Cuma, Eylül 14, 2018

Fesleğen


Çocuktuk;  60'lı yıllardı, kendi halimizde, küçük mahallemizde, sayılı komşularımızla, mahalle esnafımızla ,sınırlı yiyeceklerle, yakındaki okulumuzla, mahallenin delisiyle , komşunun kedisiyle  huzurlu, küçük bir dünyada yaşardık bir zamanlar. Çoğumuz köyden gelip, şehirli olmuştuk. Dünyanın büyük olduğunu bilir ama dünyaya erişemezdik kolayca. Paris bizim için, isim şehir bitki hayvan oyununda P harfi çıkınca yazılan bir şehirdi. İlkokulda, ders aracı olarak aldığımız minik küreden bakardık dünyaya. Sonra televizyonla tanıştık, çok sonra internetle  ve  bir anda dünya mahallemiz oluverdi. Dertlerimiz arttı, kaygılarımız çoğaldı, mutluluğumuz azaldı. Geldiğimiz köye geri dönüp , küçük dünyamızda yaşamanın  hayalini kurar olduk. "Keşke"lerimiz arttı, huzurumuz azaldı.

"" Değişen dünyayla birlikte, hiçbir yerin güllük gülistanlık olduğunu düşünmüyorum ama bir yandan da korkunun az olduğu yerler arıyor insan . Belki köy, belki bir balıkçı kasabası, belki başka bir toprak parçası. Sonuç sende bitiyor ama " hayatlarımız tercihlerimizdir " lafı tam da bu durum aslında. Hayat bir kere ne de olsa . Üstelik ilgisi yok bunun parayla pulla ; dokunduğun fesleğenin eline bıraktığı koku bile sebep yaşamaya. Sen bu sebebi nerede bulabiliyorsan,  hadi oraya ! ""
Meltem Yılmazkaya'nın,  Pulbiber dergisindeki bir yazısından almıştım bu notu. Çok sever ve sık okurum.

Mahallemiz dünyamız olsa yada dünyamız mahallemiz, hep aradığımız, huzur ve mutluluk. Belkide yanlışımız burada. İnsan hep mutlu ve huzurlu olamaz bunu unutuyoruz. Dokunduğumuz fesleğenin kokusunu alabildiğimiz anı yaşayabiliyorsak servet sahibiyiz bana göre. Ve paylaşabiliyorsak zamanı bir sevdiğimizle iki kat servet sahibiyiz.

"Kırmızı süs balığına gerçek anlamda bağımlı olmanın acısını çekiyordu. Genç adam , komodinini süsleyen o sessiz ve renkli varlıktan artık vazgeçemiyordu. Bunu daha önce yaşadığı için ,yalnız yaşamakla, kırmızı bir balıkla yalnız yaşamak arasında muazzam bir fark olduğunu biliyordu. "
Bu da notlarım arasındadır. 6.27 treni adlı kitaptan. Daha güzel nasıl anlatılırdı yalnızlık bilmiyorum.

Yaşadığımız zamanın acısını  tatlısını kabullenip , akışa göre, yolumuza sevdiklerimizle devam etmenin bir yolunu buluruz umarım. .  Zaman akıyor tüm hızıyla, fesleğenin elimizde bıraktığı kokulu anlara sahip çıkalım.

Pazartesi, Eylül 10, 2018

Yaşamamız mucize

Düğünde havaya ateş açılmış, gelin ve misafirlerden bir kaçı yaralı.
Düğünde havaya ateş ederken kendini vuran doktor hayatını kaybetti.
Düğünde havaya ateş etmek isterken kardeşini vurdu.
Düğünde havaya ateş açtı, bir çocuk öldü, bir çocuk yaralı.

"Kişilerin hayatı, sağlığı veya mal varlığı bakımından tehlikeli olacak biçimde ya da kişilerde korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş eden veya patlayıcı madde kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” 

Yeter mi ?

Ben anlamakta zorlanıyorum. Anlayan bana anlatsın. O silahı ; nereden, hangi geçerli sebeple alıyorlar, kim satıyor ? Hele ki, herkesin az / çok kafayı sıyırmış bir vaziyette gezdiği ülkemde silah satışının serbest olması, yaşamımızın mucize olmasını daha bir anlamlandırmıyor mu sizce de ?

Kocaeli'de şarbon vakası, üç köy karantina altında.
İstanbul ve Ankara'da şarbon alarmı. Üç büyük marketin etleri toplatıldı.
Hastanede şarbon tedavisi gören vatandaşlar var.

Şarbon (antraks) sporları biyolojik silah olarak laboratuvar ortamında ya da yapay koşullarda üretilebilmektedir. Üretiminin kolaylığı, zorlu koşullara dirençli oluşu ve solunum, deri teması gibi kolay yollarla enfekte etme özelliği şarbonun biyolojik silah olarak kullanılmasının sebepleridir. ( AFAD Biyolojik tehditler bilgilendirmesinden alıntıdır)

Üç büyük marketin kimler olduğu açıklansın diyenler var, zaten belli değil mi ? Türkiye'de kaç büyük market var ki ? O büyük marketlerden birinin kasap reyon görevlisi bana " abla hafta sonu kuzu etinde büyük indirim olacak, bilgine " dedi. Üstelikte safça et alıyordum. Bendeki de cesaret.

Et yemedik, sebze yiyelim, olmadı tavuk yiyelim,  en iyisi balık yiyelim; bile diyemiyoruz. Sebze ilaçlı, tavuk antibiyotikli, balık civalı. Şarbon havadislerinden sonra büyük bir tavuk şirketinin hisseleri değer kazanmış hemen. N'oldu bizim tu kaka tavuğa. Ona mı muhtaç olduk.

 Şu anda gözümün önünde Canan Karatay bıdı bıdı yapıyor bana. Şeker yeme, un yeme, tuz yeme diye. Hepsini de yiyorum.

Yaşamam(ız) mucize değil de ne ?

Bu mucize nereye kadar devam eder ?









Pazar, Eylül 02, 2018

Pazar

Bana her gün Pazar olmasına rağmen, Pazar gününü sevmememe rağmen, Pazar sabahlarının uyku mahmurluğu ile karışık çay ve okuma saatlerini seviyorum. Özellikle ; uykuyu okumalarla mayalayıp, ikinci uykuya geçmeyi daha çok seviyorum.

Bu aralar  iki edebiyat dergisi okudum. Bunlardan birisi  Masa Dergi . Ağustos sayısını çok beğendim. Dergiyi daha önce okudum mu hatırlamıyorum. Eylül sayısını da alıp, olumlu fikrimi pekiştirmek istiyorum bu dergi hakkında. Bir diğer dergi ise Ot Dergi . Daha öncede birkaç kez almıştım. Çok sevdim diyemeyeceğim. Masa'yı okurken su gibi akıp gitti, ama Ot'un  yeşillikleri boğazıma tıkandı. Derginin sağ üst köşesinde "maksat yeşillik olsun " diyen bir inek var da . İki dergi içerik açışından birbirinin benzeri. Bir yazar / şair / sanatçı belirleyip, onun üzerinden ilerleyen bir şablon oluşturmuşlar. İnsan farklı şeyler görmek istiyor. İki benzer dergi benim için fazla, o yüzden ben şimdilik Masa ile yoluma devam etmeye karar verdim. Ot dergisini sevenlere sevgilerimle.   Amacım ahkam kesmek değil , sadece kişisel fikrimi beyan etmektir.

Şimdide biraz dertleşmek istiyorum sizinle.

Dergi okurken  bir reklama gözüm, aklım takıldı. İSTANBUL COMİCS & ART FESTIVAL reklamı. Bu yabancı kelime / dil  hayranlığımızı anlamadım, anlayamıyorum, sanırım anlamakta istemiyorum. Hatta anlamayacağım. İstanbul çizgi roman ve  sanat festivali mi demek istiyorlar ? Neden Türkçe söylemiyorlar. Neden Türkçe yazmıyorlar. Festivale katılanlar yabancı mı ? Öyle bile olsa bu festival kimlere yapılıyor, incilizlere mi ( Türk olmakla İngiliz olmak arasında kalanlar ) . Adının, içeriğinin Türkçe yazılması festivale katılım oranını değiştirir mi ?  

 İCAF adı altında bir web sayfaları var. "İstanbul Comics and Art Festival, kamusal alan yerleştirmeleri, çizgi roman ve illüstrasyon stand* ve sergileri, atölye programları, seminerler ve sanatçı konuşmalarını içeren, şehir, çizgi dünyası ve farklı sanat disiplinleri üzerinden yaratıcı deneyim alanları sunan bir açık hava festivalidir." diyor sayfanın başında. (*Stand değil stant olmalı o kelime. ) İşte o kadar karman çorman oldu ki Türkçe'miz , iki dili karıştırıp cümle kuruyoruz. Onu da yanlış kuruyoruz. Site içinde daha başka yanlışlarda var. Ben çok üzülüyorum ve benim en büyük  takıntılarımdan birisi bu. Kendi ülkemde bambaşka bir dilde yazılara maruz kalıyorum. Birçoğunu anlamıyorum. Anlamak zorunda da değilim. Bana hizmet veriyorsan , verdiğin hizmetin adını Türkçe yaz lütfen. Avukatlık bürosu bile yabancı dilde yazmış ne iş yaptığını. Memleketimize yerleşen yabancılar gözümüze batıyor da bu yabancı dil sevdası batmıyor sanırım pek çoğumuza. Lokantalarımızın, çay/kahve mekanlarımızın adları hep yabancı. Ne yiyeceğime karar verirken menüdeki isimlerin kendi dilimde olmasını istiyorum. Çok şey mi istiyorum ben acaba ?. Ulus'ta ara sokaklarda dolaşırken karşıma bir tabela çıkmıştı  .İçeri  girip sahibini tebrik etmek istemiştim ama yapamadım. Özetle, dilimize sevginin ve adı Türkçe olan  çay/ kahve evlerinin çoğalmasını diliyorum.






.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...