Kuşların çatıdaki sesi ile uyandığımda, henüz uyanmamıştı . Gece sıkıntılı bir şekilde uykuya dalmıştı. Şimdi ise gözlerini göremesemde , yüzünde bir huzur vardı. Onu seyrettim. Dokunsam uyanacaktı. Kıyamadım. Gözlerimle sevdim bir süre ve sonra usulca yataktan kalktım. Her zamanki gibi terliğimin teki yerinde değildi. Hep imrenirdim filmlerde gördüğümde. Güzel bir kadın yataktan zarif ayaklarını uzatır ve terliklerinin her ikisi de düzgün bir şekilde tam da ayaklarının altında onu beklemektedir. Oysa benim iki terliğim hiç bir araya gelmedi.
Uyanmadı.
Banyonun kapısı açıktı. Bir hayal gibi süzüldüm içeri. Karşımda ben vardım. Tümüyle gerçek bir şekilde. Dokunsam aynaya, elimde tenimin sıcaklığını hissedecektim. Güldüm. İlk günaydını kendime söyledim. ''Günaydın aynadaki ben ''. O da güldü '' Günaydın '' dercesine. Tenimi serin sularla buluşturup çıktım banyodan.
Küçük odanın önünden geçerken gözüme piknik sepeti ilişti. Bir an durdum. Yatak odasına geri döndüm. Uyuyordu. Sessiz ama hızlı bir hareketle doğru piknik sepetinin olduğu odaya yöneldim. Sepeti alıp hemen mutfağa geçtim. Bu minik kavanozları biriktiriken kendime kızmıştım. Bir sürü oldu ne işe yarayacak diye. Hemen birinin kapağını açtım ve içine çilek reçeli doldurdum. Suyunu değil ama tanelerini yemeye bayılırdı. Bazen yoğurda karıştırıp sunardım ona. Ben de severim. Özellikle kırmızı ile beyazın ahengini. Dolapta daima hazır bekleyen minik paketlerdeki yağları, peynirleri de koydum sepete. Çok acelem vardı sanki. O kadar hızlı hareket ediyordum ki. Kaçan neydi, neyi kovalıyordum. Çay ,çay ,çayy. Çay poşetlerini bulamıyordum. Bitmiş miydi yoksa. Demlemeye karar verdim. Termosa dolduracaktım. Su kaynarken, buldum çay poşetlerini. Sıcak suyu termosa doldurdum. Poşetleri sepete attım. Bu da tamamdı.Peçete, peçeteee. En güzellerinden iki adet seçtim. Onları da koydum sepete. Bardaklar, tabaklarımız, şeker,çay,termos,reçel, yağ, zeytin, domates, salatalık, çatal, kaşık, örtü, peçete, tuz. Herşey tamamdı. Sepeti kapattım.
Arabaya gittim. Sepeti bagaja koydum. Piknik sandalyelerini kontrol ettim. Yerindeydi. Zaten onlar daima yerinde dururdu. Bir ağaç altında, bir su kenarında, bir dağ yolunda yerinden çıkar, bizimle kısa molalara eşlik eder, üzerlerinde birikmiş anılarla sessizce tekrar yerlerine yerleştirilirdi.
Eve döndüğümde merdivenlerden iniyordu. Salonun ortasında gözgöze geldik. Belime sarıldı. Ben de ona. Saçlarını öptüm , kokladım.
''Gidiyoruz'' dedim. ''Rahat bir şeyler giyin. ''
Gene mahsundu ama geceye göre biraz daha rahatlamıştı. Mutlu oldum. Bense her zamanki gibi kot pantolonum ve tişörtümleydim. Onu beklerken camdan dışarıya baktım. Hava o kadar güzeldi ki, o kadar aydınlıktı ki güneş. Geçmişin tüm karanlıklarını, kötü anılarını ışığı ile görünmez, hissedilmez kılıyordu. Aşağıya indiğinde tekrar gözgöze geldik. Öyle derindi ki ela gözleri. Biraz uzun baksam kaybolup gidecektim içinde. Tıpkı geçmiş günlerde, onun gözlerine bakıp kaybolduğum eridiğim gibi.
Kapıdan elele çıktık. Arabaya bindiğimizde ,ikimizde heyecanlı gibiydik. Bilmiyordu nereye gittiğimizi. Köyün içinden geçerken ekmek fırınının önünde durdum. Tam tahıllı ekmek almak için. Sıcacıktı. Arabaya bindiğimde ekmek kokusu sardı içeriyi. Dayanamadık ucundan koparıp birer parça aldık gülümseyerek. Bu gülümseme ile sanki daha da yakınlaşmıştık. Küçük göle giden yolda ilerlerken bir köy daha geçtik. Köyün çıkışında çam kokuları yavaş yavaş arabaya dolmaya başlamıştı. Sonunda ikimizi kucaklamak istercesine kollarını açmış bir sürü çam ağacının ortasındaki küçük göle ulaştık. Arabayı her zamanki yere park ettim. Gölün tamamı gözlerimizin önündeydi. Dalgındı biraz. Sanki görmek istediği manzara değilmiş gibi dalgındı. Gözünün önünde başka şeyler görüyordu belkide.
Her şey , her zamanki gibiydi oysa. Her zamanki yerimize park etmiş, her zamanki ağacın altına masamızı açmış, sandalyelerimizi çıkarmış ve masa örtüsünü örtmüştüm. Kaçmak istediğimizde hayatın keşmekeşinden hep buraya gelir, güneş batana kadar kalırdık. Saatlerce konuşur, bazende ağaçların hışırtısını, kuşların cıvıltısını, arıların vızıltısını dinlemek için saatlerce susar, adeta nefesimizi tutardık.
Her şey aynıydı. Her zamanki gibiydi. Oturduk. Yol boyunca hiç konuşmamıştık. Sessizliği o bozdu.
''Bana babamı anlat, onu annemden daha iyi tanıyorsun'' dedi.
Babasının gözlerini gördüm. Delici, sıcak, kaygılı. Tek farkı, melekleri kıskandıracak kadar güzel bir genç kıza bakıyor olmamdı. Bir yerden başlamalıydım. Tatlı bir başlangıç olsun istedim. Reçel kavanozunu açtım. Bir çilek tanesi aldım. Ona uzattım. '' Baban da çok severdi. Ona da böyle yedirirdim '' dedim.
Güneş batıyordu sonunda. Anlatacaklarım bitmese de artık bir nokta koymamız gerekiyordu. Sımsıkı sarıldık birbirimize.
''Onu çok sevdim ben '' dedim.
Çam dalında bir kuş öttü o anda, şahitmiş gibi.
FüsunT. 2004,Ankara
© Her hakkı saklıdır,çoğaltılamaz,alıntı yapılamaz.
bir şarkı sözü vardır bilir misiniz "başardın ağlatmayı" ... çok güzel bir yazı,tebrikler :) (minik)
YanıtlaSilTeşekkürler minik.. Bazen ağlatabiliyorum :)
YanıtlaSilŞairlik yönünü bilmiyordum.
YanıtlaSilTebrik ederim.
Bir dost..(beğendim)
Birazcık karalıyorum, kendimce.
YanıtlaSilBu ''bir dost '' imzası biraz ürkütücü geliyor bana, polisiye filmlerdeki sahnelere gidiyorum okuyunca ama kararına saygı duyarım sevgili dost :))) Beğenmene sevindim ..