Perşembe, Mart 29, 2012
Ağla açılırsın
kaynak : flickr |
Öyle dolar ki bazen yürek, salıverir kendini gözlerden dışarıya. O sırada yalnızsanız sorun yok. Koyver gitsin. Fakat yanınızda birileri varsa ve görsün istemezseniz, kasarsınız kendinizi. Ama tutulmaz ki bazen de yaşlar kendiliğinden süzülmeye başlar, siz çaktırmamaya çalışırken yanınızdakiler görür ve hemen "ağla ağla açılırsın" derler. Doğruymuş biliyor musunuz. Bilimsel olarak kanıtlanmış. Fiziksel ve psikolojik olarak faydaları varmış.
Ağlarken vücuttan bazı zararlı kimyasallar atılıyormuş. Bu arada fiziksel olarak da rahatlıyormuş insan. Ağlayınca duygu durumu düzeliyor ve acı verici durumlarda rahatlama sağlanıyormuş.
Stresin insan vücudunda yapmayacağı şey yok. Son zamanlarda doktora gittiğinizde hastalığınız ne olursa olsun teşhis koyarken hemen araya "stres" kelimesini ilave ediyorlar . İşte stres vücutta zararlı kimyasalların oluşmasına sebep oluyormuş. Ağlamak stresi azaltıyormuş. Ve ağlarken stresin yarattığı zararlı kimyasallar da vücudu terk ediyormuş. Yani sağlıklı olabilmek için arada ağlamak mı lazım acaba. Ağlayacak bir şey bulamadıysanız eski Türk filmlerine müracaat edebilirsiniz belki.
Bir başka faydası da ağlamak kişiler arasındaki duvarları kaldırıyormuş. Birisinin yanında ağlıyorsanız , o kişi ile aranızda bir bağ oluşuyormuş. Gözyaşları ile iletişim ve etkileşim. Çocukla anne arasındaki yüksek bağın bir sebebi de bu olabilir mi acaba ?. Ne çok ağlar çocuklar .
Demek ki bundan sonra açılmanın yolu rahat rahat gözyaşlarını salıvermekten de geçecek.
- Beraber ağlamaktaki tatlılık kadar hiçbir şey kalpleri birbirine bağlayamaz. Rousseau
Çarşamba, Mart 28, 2012
Kitap ayracı
Deli anne'nin blogunda gördüğümden beri aklımda olanı sonunda yaptım. Onun yapmış olduğunu çok beğenmiştim. Kendi gibi şirin ve sıcacık olmuş onunki. Rengarenk. Bu da benim yaptığım işte.
Konsept olarak uygun oldu mu olmadı mı, güzel mi oldu çirkin mi oldu bilmiyorum ama benim, el emeği göz nuru bir kitap ayraçım oldu. Vaktimi bunu yaparak değerlendirdim. O yüzden ayrıca mutluyum. Bu kartpostalları kırtasiyede görünce , işte ben bundan yapayım ayracı dedim ve iki adet Atatürk kartpostalını aldım.Kartpostalların kenarlarını kestim. Biraz kalın oldu ama Atam'ın duruşunu bozamazdım. Sonrada kalınca bir iğne ile kenarlarına tığın girmesi için delikler açtım. Sonra da dantel ipliği ile ördüm.
Uzun zaman önce almış olduğum Konstantiniyye / Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924 adlı kitabımı da bu aralar tekrar raftan indirmiştim. Philip Mansel'den okuyalım bir de İstanbul'u bakalım. Aslında kitabı 2007 yılında almıştım, tarihle aram çok iyi olmadığı için ağır ağır okuyordum, sonra da yarım bırakmıştım. Şimdi ayracımı da kitabımın içine yerleştirdim bir güzel. Hava da okumaya çok müsait. Midemde feci ağrıyor. Bana biraz dinlenme gerekiyor. 1453 yılının İstanbul'una yolculuğa çıkmanın zamanı yani.
Konsept olarak uygun oldu mu olmadı mı, güzel mi oldu çirkin mi oldu bilmiyorum ama benim, el emeği göz nuru bir kitap ayraçım oldu. Vaktimi bunu yaparak değerlendirdim. O yüzden ayrıca mutluyum. Bu kartpostalları kırtasiyede görünce , işte ben bundan yapayım ayracı dedim ve iki adet Atatürk kartpostalını aldım.Kartpostalların kenarlarını kestim. Biraz kalın oldu ama Atam'ın duruşunu bozamazdım. Sonrada kalınca bir iğne ile kenarlarına tığın girmesi için delikler açtım. Sonra da dantel ipliği ile ördüm.
Uzun zaman önce almış olduğum Konstantiniyye / Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924 adlı kitabımı da bu aralar tekrar raftan indirmiştim. Philip Mansel'den okuyalım bir de İstanbul'u bakalım. Aslında kitabı 2007 yılında almıştım, tarihle aram çok iyi olmadığı için ağır ağır okuyordum, sonra da yarım bırakmıştım. Şimdi ayracımı da kitabımın içine yerleştirdim bir güzel. Hava da okumaya çok müsait. Midemde feci ağrıyor. Bana biraz dinlenme gerekiyor. 1453 yılının İstanbul'una yolculuğa çıkmanın zamanı yani.
Balkonlar şenlensin
Minnacık bir balkonum ve onunla ilgili kocamannnnn hayallerim var. Artık balkon mevsimi Ankara için yavaş yavaş gelmeye başlıyor. Oturmak için değil, bitkileri tanzim etmek için. Oturmak için daha epeyce bir beklemek lazım. Bugün Ankara'ya kış geri geldi zaten. Bitkileri dikmek için de nereden baksak daha bi bir ay vardır ama kafada planlar yapılmaya başladı. Bu yıl ne diksem, hangi saksıları değiştirsem, Ikea'da gördüğüm hasır saksıyı alsam mı, bu yıl sadece kırmızı çiçek mi diksem, yoksa rengarenk mi yapsam., yok yok sadece mor renk olan bitkileri seçeyim gibi uzayıp giden hayaller. O minnacık, tek sandalyelik balkonda dönmeye bile yer yok ama işte hayaller dönüp duruyor. Olsun be, bir sabah çıkıp kahvaltımı orada yapmak, bir gece ay dolunayken kahve yudumlamak bile yeter. Yurt dışında balkonlar bol çiçekli, rengarenk. Biz de ise genellikle beton rengi. Gözümü çiçekli ortamlara açtığımdan mıdır bilmem ,çiçeksiz yaşayamam sanırım. Balkonunda çiçek olmayan kalmasın, haydi balkonlar şenlensin. Hatta aramızda en güzel balkon yarışması yapalım ??? mı ???
Foto kaynaklar Flickr, pinterest
kaynak |
kaynak |
kaynak |
kaynak |
kaynak |
Foto kaynaklar Flickr, pinterest
Salı, Mart 27, 2012
Kıssadan hisse
Dün gece biraz kasvetli idi benim için. Son günlerde pek çok gece öyle geçse de , dün daha bir ağır geçti. Bloglarda gezerken görüyorum ki bu aralar baharın etkisi sanırım , günler, geceler bir çoğumuza kasvetli geçiyor gibi. İşte o kasvetli dün gecede ben düşündüm olmadı, taşındım olmadı, kaşındım olmadı. Hasılı hiç bir şekilde rahatlayamadım. Baktım olmuyor, durum an be an karanlığa gömülüyor, kendimi teselli edecek bir şeyler aradım. Bir şeyler okuyum dedim ve okuduğum şey cevapsız sorularıma cevap olsun istedim. Kısa sürede cevabı aldım çok şükür. Uzun bir yazı ama okudukça rahatladım. Sonuna geldiğimde tamam dedim, artık boşa çırpınma , sabrına sığınmaya devam et, sil gözyaşlarını, rahat rahat uyu. Yarın ne olacağı belli olmaz !. Okuyup rahatlayınca da , paylaşayım istedim benim gibi cevapsız soruları olan dostlarla. Belki bir nebze içiniz rahatlar sizinde. İşte buyrun günün kıssadan hissesi.
İnternette dolaşan haliyle aynen aktarıyorum.
Çin düşünürü Lao Tzu‘nun çok sevdiği bir öyküdür. Bir köyde ihtiyar bir adam varmış.. Çok fakirmiş ama dillere destan bir beyaz atı yüzünden kral bile onu kıskanırmış.. Kral, at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını
teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. İnternette dolaşan haliyle aynen aktarıyorum.
- “Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı” dermiş hep..
Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış;
- “Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler..
İhtiyar; - “Karar vermek için acele etmeyin. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..”
Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..
- “Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var..”
- “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?..”
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden – “Bu herif sahiden bunamış..” diye geçirmişler..
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara..
- “Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler..
İhtiyar ; - “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez..”
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..
- “Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..”
- “Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış: “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
Pazartesi, Mart 26, 2012
Nane
Fotoğrafta görmüş olduğunuz naneyi minnacık bir sakısıda ben yetiştirdim. Bazı sabahlar , kahvaltıda dalından kopartıp öpe koklaya yiyorum. İnsanın kendi yetiştirdiği şey daha bir özel , kıymetli oluyor nedense. Lezzetinden çok kokusuna hayranım. Kaynatıp içtiğim zaman midemi bulandırsa da bir çok şeye iyi geldiği rivayet ediliyor. Çevremde kullananlarda faydasını gördüklerim var. Mesela soğuk algınlığında kaynatıp içenler memnun. Ama işte nedense kaynadığında bana kusturucu bir etki yapıyor. Ben tersim galiba yoksa içenler memnun. Ben de az ve de öz yiyerek tüketiyorum. Pazardan aldığım nanelerden bir iki tanesini saksıya dikerek yetiştirmiştim bunları ve gözüm gibi de bakıyorum. Bu yaz yenileyeceğim kısmetse.
Nane nelere faydalıymış, nelere zararlıymış bilenler bilmeyenlere aktarsın diye yazalım şimdi.
- İştah açar
- Bağırsak spazmını giderir
- Diş ağrısını ve ağız kokusunu giderir
- Kusmayı ve mide bulantısını önler
- Sinirsel kalp çarpıntısını önler
- Sinirleri yatıştırır, sakinlik verir
- Öksürük ve soğuk algınlığında faydalıdır
- Ateşi düşürür
- İdrar söktürücüdür
Bir yerde erkeklerde sinirsel iktidarsızlığa iyi gelir derken, bir başka yerde erkeklerde libidoyu düşürür diye yazıyor. Mideye iyi geliyor derken, bir başka yerde ülseri olanlar tüketmemeli reflüsü olanlar içmemeli yazıyor.
Son günlerde ekranlarda bitkisel ürünlerle şifa furyası çok yaygın biliyorsunuz. Fakat söylenmeyen
bir şey var ki; o da , bu bitkileri fazla kullanıp hastaneye düşen insanlar. İnsanlar çılgın gibi bitki çayı tüketiyor, bitkilerle hazırlanmış reçeteler kullanıyor. Aman diyim, siz siz olun bunlardan uzak durun derim ben. Unutmayın ki bir çok ilaç bitkilerden yapılıyor. Her ilacın da belli bir dozu var kullanmak için. Doz aşıldığında ne yapıyor , insanı öldürüyor, zehirliyor. İşte ilaçlar bitkilerden yapıldığına göre dozuna göre alınmayan her bitki de bana göre zarar teşkil ediyor insan için. Eski nesil , yani dedelerimiz ninelerimiz ve onların nineleri otacı imiş. Çünkü ilaç sanayi bu kadar gelişmemiş, hatta ilaç bile yokmuş. Hanginiz gördü aile büyüklerinin sürekli bitki çayı vs. kullandığını. Sadece hastalıklarda, o da belli oranlar dahilinde kullanırlardı bitkileri. Ya da klasik beslenme amaçlı kullanımı. Özetle, her şeyi kararında ve gereğinde kullanmak gerek sanırım. Naneyi de sabah kahvaltılarında yada kurusunu yemeklerde yemeğe devam. Fazlası yok.
Naneden söz etmişken "Nane, limon kabuğu bir taşım kaynasın ... "diyen Barış Manço'yu rahmetle anarken, dünya starımız Ajdar'ı da es geçmeyelim. Nane, nane, nan na neeee ..
Hepimize şifa dolu günler dileği ile....
Pazar, Mart 25, 2012
Pazar şarkısı
Pazar günlerini çok fazla sevdiğim söylenemez. Nedeni belirgin değil. Düşünüyorum , düşünüyorum geçerli bir sebep bulamıyorum. Uzun yıllardır pazar günlerini, tamamen hımbıl ve tembel bir şekilde , gazete, müzik, kitap, yorgan dörtlüsü ile geçirdiğim zamanlar çoğunluktadır. Ancak öğleden sonra dört gibi, bende bu dörtlüden ayrılıp hayata başladığımı söylesem anlaşılır sanırım .
Düşündüm; beni ve sizi (işte burada hafiften saçmalıyorum, belki siz zaten yeterince canlısınız ) ne canlandırabilir bir pazar sabahı diye, Fabrizio de Andrê yi buldum. Buldum diyorum ama o benim karşıma çıkıverdi aslında. Ve "heyyyy " dedim, ben seni neden bunca zamandır bilmemişim duymamışım. Bu Facebook denilen olayın bazı yönlerini çok seviyorum işte. Bu şarkıyı bir arkadaşım paylaşmış, onda dinleyince dün, tamam dedim yarının şarkısı bu olmalı.
Şimdi kalkıyoruz. Üzerimize uygun bir şeyler giyiyoruz. Atlıyoruz bisikletimize.
Düşüyoruz yollaraaa....(hayal kurmak faydalıymış deneyin )
Ve hangi şarkıyı söylüyoruzzzzz.. (şişşşş hayal bu bozmayınnnn,bu ara fikrim firarda )
tralla la la tralla ley ru
Düşündüm; beni ve sizi (işte burada hafiften saçmalıyorum, belki siz zaten yeterince canlısınız ) ne canlandırabilir bir pazar sabahı diye, Fabrizio de Andrê yi buldum. Buldum diyorum ama o benim karşıma çıkıverdi aslında. Ve "heyyyy " dedim, ben seni neden bunca zamandır bilmemişim duymamışım. Bu Facebook denilen olayın bazı yönlerini çok seviyorum işte. Bu şarkıyı bir arkadaşım paylaşmış, onda dinleyince dün, tamam dedim yarının şarkısı bu olmalı.
Şimdi kalkıyoruz. Üzerimize uygun bir şeyler giyiyoruz. Atlıyoruz bisikletimize.
kaynak |
Düşüyoruz yollaraaa....(hayal kurmak faydalıymış deneyin )
kaynak |
tralla la la tralla ley ru
Cumartesi, Mart 24, 2012
Cuma, Mart 23, 2012
Gezgin kitap
Çok uzun yıllar önce haberdar olduğum bir şeyden bahsedeceğim. Gezgin kitap. Duyanların duymayanlara anlatması gereken bir etkinlik. Nedir gezgin kitap ? Okumuş olduğunuz bir kitabı kütüphanenize koymak yerine , başkaları da okusun diye uygun bir yere bırakıyorsunuz. Uygun yerden kasıt, kitabı görüp alabilecekleri herhangi bir yer. Mesela kahve içmeye gittiğiniz bir cafe, lokanta olabilir. Yada otobüs durağındaki, parktaki bir bank olabilir vs. Artık size kalmış yeri tayin etmek. Kitabın ilk sayfasına bir not yazıyorsunuz bırakmadan önce. "Bu bir gezgin kitaptır. Kitabı alabilirsiniz. Ben okudum ve benden sonra başkaları da okusun istedim. Sizde okuduktan sonra uygun bir yere bırakırsanız daha çok kişi okuyabilir. " Böyle yazılabilir mesela. Yada siz ne isterseniz onu yazarsınız. Bu İngiltere de oldukça yaygın bir sistemmiş. Türkiye'de benim elime geçen öyle bir kitap olmadı. Çevremde bulunan insanlardan da duymadım. Ama ben bu sitemi öğrendiğimde, yıllar önce 3 kitabımı gezgin kitap olarak bırakmıştım. Bir tanesini bir apartmanın asansörüne, bir tanesini otobüs durağındaki banka bırakmıştım. Diğerini de bir pastanede. Kim aldı, aldığında ne hissetti bilemiyorum . Ama isterseniz bunu bilmek de mümkün. Yabancı bir site var bu kitapları takip eden. Oraya üye olup , kitabı nereye bıraktığınızı kaydedip, sonrada kim tarafından alındığını izleyebiliyorsunuz mesajlar sayesinde. Nerede olduğunu da öğrenebiliyorsunuz. Az önce siteye baktığımda İzmir'de birisinin Kordon'da bir banka bir kitap bıraktığını okudum siteden. Türkiye'den 32 kitap görünüyor , hepsine bakamadım.
Sistem hakkında bilgi almak isterseniz,hangi kitaplar gezmekte ,nerelere gitmiş göz atmak isterseniz işte sitenin adresi http://www.bookcrossing.com/
Gezgin kitapların Türkiye'de çoğalması dileği ile size güzel bir gün diliyor ve ben resim kursuma doğru yola koyuluyorum. Ben yokken sıkılmayın diyede size bir dergi bırakıyorum.
TIKLAYIN OKUYUN
Perşembe, Mart 22, 2012
Tanrım beni yavaşlat
kaynak Tanrım, Beni yavaşlat. Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir... |
kaynak |
kaynak |
kaynak |
kaynak |
foto: Füsun T. Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat. Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini , yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim... |
kaynak |
kaynak |
kaynak |
Ve hepsinden önemlisi... Tanrım, Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için CESARET, Değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için SABIR, İkisi arasındaki farkı bilmek için AKIL ve Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver...
![]() |
foro : Füsun T. |
Fotoğraflar Flickr dan alıntıdır.
Çarşamba, Mart 21, 2012
Sade kahve
Foto : Füsun T. fotoğrafın konu ile ilgisi yok, içimiz açılsın diye buraya yerleşti |
Benim kahvem sade olsun lütfen TIK
Salı, Mart 20, 2012
Pazartesi, Mart 19, 2012
Geçti Bor'un pazarı
Niğde iline ve ona bağlı Bor ilçesine götüreceğim sizi. Doğduğum topraklara. Elmaları , üzümleri, tarihi ile ünlü memleketime.
Önce kısa bir geçmiş bilgisi vermek istiyorum. Bor kelimesi Yunanca "poros" dan gelmektedir. Niğde ili ve Bor ilçesinin bilinen tarihi 5.000 yıl öncesine dayanmaktadır. Hititler zamanında Niğde, "Nahita " adlı bir yerleşim merkezi idi. Hitit devletinin yıkılışı sonrası bölge Frikya devletinin hakimiyeti altına girdi. Frikyalılardan sonra ise Perslerin eline geçti bu bölge. M.S birinci asırda ise Roma imparatorluğunun hakimiyetine geçti. Roma imparatorluğu ikiye bölününcede Doğu Roma yani Bizans'ın payına düştü bu topraklar.
Miladi 700 yılında ise , Emeviler devrinde İslam orduları tarafından feth edilerek bölge "Tavâna" adını aldı. Fakat daha sonra Bizans bu toprakları geri aldı. 1076 yılında tekrar Türklere geçti ve 2.nci Kılıçarslan Niğde'yi yerleşim merkezi yaparak oğlu Melik Arslan Şaha verdi. Ve Niğde 13üncü asırda Anadolu'nun büyük şehirlerinden biri haline geldi.
Bundan sonrada el değiştirmeye devam etti. Selçuklular, Karamanoğulları, Eratnaoğulları, Akkoyunlular ve en sonunda 1470 de Osmanlı devletine katıldı.
Ve benim Cumhuriyetçi şehrim, Cumhuriyetin ilan edilmesini top atışları ile kutlayan ilk şehirdir Niğde.
Aladağlar bilgi için tıklayınız |
aladağlar |
aladağlar Aladağlar Milli Parkı / Niğde ili sınırları içerisinde Çamardı ilçesine yaklaşık 15 km.,Kayseri Yahyalı ilçesine 30 km.uzaklıktadır |
Bor ilçesinden görüntüler
Tarihi Paşa Cami ve ön tarafta görünen 2 kubbeli hamam / Bor
Sokak çeşmeleri
Hamam
Selçuklu izleri taşıyan eski evler. Benim de çocukluğum yaz aylarında benzeri bir evde geçti
Kemerhisar ilçesindeki su kemerleri
Ve sıra geldi meşhur sözün hikayesine
Geçti Bor'un pazarı , sür eşeği Niğde'ye
Alıntı : http://www.yesilbor.com/
Bu post'u neden hazırladım çünkü güzel günler blogundan LuckyLuke tarafından mimlenmiştim. Bugün yola çıksam işte bu doğduğum topraklara gitmek isterdim. Özledim fena halde zira . Anlatacak çok şey var ama uzun postları kendim takip edemezken ( zaten yeterince uzun oldu) detayları bir başka zaman paylaşmak üzere.
Fotoğraf kaynak : Bor Kaymakamlığı
Pazar, Mart 18, 2012
Pazar neşesi
20 yaşlarında bir delikanlı, kız arkadaşı ile gidecek yer bulamamanın sıkıntısı içinde kıvranırken, sokağın ıssız yerine park edilen bir kamyonu fark etmiş. İçinde de kimsenin olmadığını görünce, kamyonun altına girmişler.
Birkaç dakika gibi gelen birkaç saat geçtikten sonra, delikanlı bekçinin cop ile dürtmesiyle, toparlanmış. Bekçi, sert bir ses tonuyla sormuş;
- Delikanlı, ne yapıyorsun burada?
- Ne yapacağım, kamyonu tamir ediyorum.
- Bak delikanlı, bu dediğin üç nedenle doğru değil... Birincisi, kamyon tamir edilirken, sırt üstü yatılır. Sen, yüz üstü uzanmışsın. İkincisi, kamyon tamir edilirken, pantolon çıkartılmaz. Üçüncüsüne gelince... kamyon gideli tam bir saat oldu!
- Delikanlı, ne yapıyorsun burada?
- Ne yapacağım, kamyonu tamir ediyorum.
- Bak delikanlı, bu dediğin üç nedenle doğru değil... Birincisi, kamyon tamir edilirken, sırt üstü yatılır. Sen, yüz üstü uzanmışsın. İkincisi, kamyon tamir edilirken, pantolon çıkartılmaz. Üçüncüsüne gelince... kamyon gideli tam bir saat oldu!
Pazar şarkısı
Cd'lerim arasında yer alan, çok sevdiğim , her zaman keyifle dinlediğim seslerden biri. Amerikalı sinema oyuncusu ve şarkıcı. 1915 doğumlu. 1939 yılında çalıştığı cafede Harry James tarafından keşfedildi. Ve onun grubuna katıldı.“From the Bottom of My Heart” şarkısı ile ilk plağını yaptı. 1942 yılında bir radyo programında söylediği şarkılarla ülke çapında tanındı. Bir çok müzikal filmde rol aldı. 1990 yılında hala konserler vermekteydi. 1998 yılında ise Amerika da öldü. Acaba kim ?
hepinize iyi pazarlar, keyifli dinlemeler
hepinize iyi pazarlar, keyifli dinlemeler
Cumartesi, Mart 17, 2012
Nerdesin ?
Mercan dede dinler misiniz bilmem ama ben çok seviyorum. 800 adlı albümü 2007 yılında çıktığında almak için yaşadığım heyecan, şu an bile taze içimde. Mevlana hazretlerinin doğumunun 800'ncü yılında , bu albümü ona adamış Mercan dede. Bu sabah bir yerde şu sözlere denk geldim.
Gel dedin; Geldim işte Sevgili!..
Sen dışında ne varsa kıyısız denizlere dökerek geldim…
Dilimde dua ile, kefenimi vuslatına çeyiz bilerek geldim… Geldim…
Aşkın demgahında ateşleri ıslatmak için neyim varsa yok bilerek geldim…
Anında bana Mercan dedenin 800 adlı albümündeki "Nerdesin? " adlı parçayı çağrıştırdı. O parçada fonda bir ses şöyle der " Gel dedin sultanımız geldik işte ". Bu güzelliği blog dostlarımla paylaşayım diye heyecana düştüm. Videosunu bulup paylaşacaktım. Sonra da iş uzadı da uzadı , gönül taştı, albüm bulundu, fotoğraflar çekildi, sözcükler sıraya dizildi, klavyem hızlandı ve şu an okuduğunuz satırlar peşpeşe geliyor. Nerede durur bilmem :)
Albümü aldığım o günlere gittim. Albümü aldıktan sonra Atakule'de oturup bir kahve içmiştim . Elimde albüm, kapağına baktım uzun süre. Sizi bir yolculuğa çıkaracağı kapaktan belli olmuyor mu zaten? . Renkler yeterince büyüleyici . İçinde ne var acaba diye merak uyandırıcı.
Sonra içini açmıştım. Bir garip heyecan. Abartmıyorum. İçi dışından da güzel. "gel" diyor. Ben de daha neler var "gel" ...
Gel dedin; Geldim işte Sevgili!..
Sen dışında ne varsa kıyısız denizlere dökerek geldim…
Dilimde dua ile, kefenimi vuslatına çeyiz bilerek geldim… Geldim…
Aşkın demgahında ateşleri ıslatmak için neyim varsa yok bilerek geldim…
Anında bana Mercan dedenin 800 adlı albümündeki "Nerdesin? " adlı parçayı çağrıştırdı. O parçada fonda bir ses şöyle der " Gel dedin sultanımız geldik işte ". Bu güzelliği blog dostlarımla paylaşayım diye heyecana düştüm. Videosunu bulup paylaşacaktım. Sonra da iş uzadı da uzadı , gönül taştı, albüm bulundu, fotoğraflar çekildi, sözcükler sıraya dizildi, klavyem hızlandı ve şu an okuduğunuz satırlar peşpeşe geliyor. Nerede durur bilmem :)
Albümü aldığım o günlere gittim. Albümü aldıktan sonra Atakule'de oturup bir kahve içmiştim . Elimde albüm, kapağına baktım uzun süre. Sizi bir yolculuğa çıkaracağı kapaktan belli olmuyor mu zaten? . Renkler yeterince büyüleyici . İçinde ne var acaba diye merak uyandırıcı.
Sonra içini açmıştım. Bir garip heyecan. Abartmıyorum. İçi dışından da güzel. "gel" diyor. Ben de daha neler var "gel" ...
Derken , cd yi aramaya koyuldum. Ortalıkta görünmüyordu çünkü. Onu ararken birden bir zarf çıktı aradan.
Adres yerinde şunlar yazıyor.
Ya Hazreti Mevlana
Aşıklar mahallesi Gönül sokak; 99 / 1
Muhabbetistan
Gönderen kısmında ise
Topal Karınca
Umut Köyü İman sokak Tevfik çıkmazı 42 / 1
Kainat
Zarfı görünce abandone oluyorsunuz zaten otomatikman. Aç içini çabuk açççç. :)
Mektup şöyle başlıyor.
Canım efendim,
Güneşin önünde , mumla yazılmış tüm kelimeler okunmadan eriyip gidiyor.
Bu mektup , acizane fakirinizin yaş gününüzün kutluluğuna dair duyduğu aşk ve muhabbeti en saf haliyle ifade etmek arzusundan ibaret; samimiyet dışında hiçbir kelimeye mana yüklemeden kaleme alınmış, aleme salınmıştır.
...........
Devamını okumak için tık
Bu mini Mevlana biblosunu Konya ziyaretimde almıştım. Çok severim. |
Tüm bunlardan sonra iş albümü dinlemeye kalmıştı. Kahvemde bitmişti. Eve dönüp albümü büyük merakla dinledim. Bittim, bayııldım, öldüm.
Küçük bir sırrımı da vereyim, albümü sonraları dinlerken çok kez kendimi Mevleviler gibi dönerken buldum. Deneyin isterseniz , kapılıp gidiyorsunuz.
Derken gün bugüne geldi , bu yazıyı hazırlamaya. Size bu albümü tanıtmaya. Albümde kimler var kimler. Ceza ile bir çalışma var ki, sözleri ile , müziği ile ,Ceza'nın yorumu ile muhteşem mi muhteşem bir çalışma. Yıldız Tilbe var. Tutsak adlı şarkının sözleri ona ait. Ve vokalde kendisi var. Kendine has yorumu ile. Ve ben bir tek nerdesin adlı parçayı sizinle paylaşacakken birden aklıma geldi ki Mercan dede bir mükemmel davranışla size kendi sitesinde albümün tamamını dinletiyor. Sizi direk o sayfaya yönlendireyim dedim.
Bu güneşli hafta sonunda dilerim gününüz güzel geçer, içiniz sevgi dolsun taşsın, sarılın yanınızda kim varsa sıkıca ve hayata teslim edin kendinizi.
Nefis, nefis, nefis.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)